Araçlar ve Amaçlar Bağlamında Meşruiyet
Sakarya Üniversitesi
15 Temmuz Konuşması
Vahdet İşsevenler
Bugün bir anma toplantısı için bir aradayız. Bunun gereklerini dikkate alan bir konuşma yapmak gerekir bu nedenle. Yani böyle bir konuşma evvela kısa olmalı. Herhalde daha önemlisi de anmanın işleviyle ilgili olan yan. Hafıza meselesi. Modernlikte bilginin taşıyıcısı mümkün mertebe kurumlardır. Yani işlerin belirli şekilde sürdürülmesi kurumlar aracılığı ile mümkün kılınır. Bununla beraber o kurumların işlevlerini yerine getirebilmesi yine de öznelerin kurumun rasion d’etresini, varlık sebebini tanımasına bağlıdır. Bu hem kurumlarda görev alan özneler için hem de kuruma muhatap olanlar yani yurttaşlar için böyledir. Aksi durumda kurumda görev alanlar kurumun gereğini yerine getiremezken, yurttaşların da kurumu meşru görmemesi dolayısıyla kurumdan istifade etmesi güçleşir. Bunu nasıl yapabiliriz?
Bir şiir felsefi bir metinden çoğu kez daha etkileyicidir. Zira şiir duyguları harekete geçirir. Milli egemenliğe dair herhangi bir kuramsal metin zannetmiyorum ki İstiklal Marşı’na yaklaşan bir tesirde bulunsun ruhumuza. Buna karşılık cumhuriyeti kurmak için ihtiyaç duyduğumuz kurumların bilgisine şiirle erişemeyiz. Şiir sıcak belleğin muhariki olduğu için şerre mukavemet göstermek için ihtiyaç duyduğumuz cesareti bize aşılayabilir. Buna karşılık kurumlar inşa etmek için belleği soğutmaya ihtiyaç vardır. Konuya mesafe alıp, teori kelimesinin etimolojisinin de işaret ettiği gibi şöyle bir uzaktan bakmak gerekir. Yani bir şair bugün meşruiyet hakkında bir şiir okusaydı anma faaliyetimiz daha duygusal geçebilirdi. Buna rağmen burada bir felsefecinin konuşma yapmasının gerekçesi soğuk belleğe ihtiyaç duymamızdır.
Bugünkü konumuza da böyle bir oturum bağlamında öyle yapmak icap eder. Darbeleri, darbeyi kınamak zor bir iş değil. Fakat yine de şunu yapmamız lazım: Darbe neden kötüdür? diye sormak lazım. Bir insan niye kendi memleketine kötülük eder? Birileri darbeye teşebbüs ediyor. Birileri darbe haberini aldığında seviniyor. Sonra öğreniyor ki bu onun alışık olduğu darbelerden değil üzülüyor. Bu ikinci kişinin hali bize arayışımıza dair ipucu veriyor. İkinci kişi şunu diyor. Ben darbeyi bizimkiler yapıyor sanmıştım. Bu ne demek? Siyaset ve hukuk felsefesinin iki temel konusu bu akıl tutulmasında karşımıza çıkar. Birincisi biz ve onlar ayrımı. İkincisi ise araçlar ve amaçlar ayrımı.
Biz ve onlar esasen modern-karmaşık toplumun çok da kaldıramayacağı fakat siyaseti dost-düşman kategorileriyle okuyanların başvurduğu bir ayrım. Bizim köy sizinkiyle, sırf iki farklı köyler diye çatışabilir. Köyler genel hatları itibariyle kendilerine görece yeterlidir. Fakat şehir hayatı böyle değildir. toplumsal iş bölümü şehirdeki herhangi birini dayanışma gösterdiğiniz kişi olarak varsaymanızı gerektirir. Giydiğiniz kıyafetin son ütücüsü kimdi, bu kadın acaba çocuğunuz okulunda çalışan bir öğretmen mi, sizin oraya posta dağıtımını yapan kişi mi trafikte tartıştığınızda bunu kestirebilmek zor. Bir ulus içerisinde bu bağlamda diğerlerinden ayrışan bir biz kurgulamak çok da gerçekçi değil. Bugün kimlik-cinsiyet vb vurgularla bunu tesis etmek kapitalizmin işini kolaylaştırıyor olsa da bu ötekileştirmenin maddi temelini bulmak güç. Daha temelde ise biz onlar ayrımına dayalı siyaset sürekli olarak bu ayrımı yeniden üretmek zorundadır. Sürekli yeni öteki bulmak yıpratıcı bir iş ve siyasetten çok savaşa yaklaşır. Dahası hiç bir insan topluluğu homojen değildir. İster etnik ister dini ayrıma gidin alt bölünmeler sonsuza kadar türetilebilir. Bu durumda da sürekli bir çatışma hali söz konusu olacaktır. Hukuk da vatandaşların medeni hayatı sürdürdüğü ortak zemin olmaktan ziyade birilerinin diğerlerinin davranışlarını belirleme aracı olacaktır. Bu da hukukun mahiyeti ile esasen örtüşmez. Hukukun davranışları yönlendirme işlevi olduğu muhakkaktır fakat buyruk olmaktan ziyade çatışan kesimlerin aralarındaki eşitliğin olmasa da dengenin ürünü olan, çatışmanın görünür olmaktan çıktığı, tarafların beraber eyleyebildiği rasyonel zeminin adıdır. Aklı karışanlar bu noktada daha ziyade özel hukuk uyuşmazlıklarını düşünmelidir. Kamu hukuku dediğimiz siyasi hukuk zihni bulandırabiliyor.
Gelelim ikinci konuya. Dost düşman ayrımına dayalı siyasetten medet umulmayacağını gördük. Bu ayrım bizimkiler kazansın kadar bizim amaçlarımız doğru bu amaçlar araçları meşru kılar kanaatini de taşıyor. Hukuk felsefesinin en önemli konularından biri araçlar-amaçlar ayrımı bu noktada gündemimize giriyor. Meşhur ifadeyi hatırlarsınız. Omlet yapmak için yumurtaları kırmak gerekir. Buradaki bakış açısı şudur: haklı amaçlar araçları meşru kılar. İlk ayrımımızda darbeyi yapanlar bizden demek ki haklı amaçlara sahipler varsayımı var. Fakat tek ihtimal bu değil. Bir şekilde yani bizden olup olmamasından bağımsız olarak bir şekilde amaçların haklılığı ortaya kondu diyelim. Meşru bir yönetim için bu yeterli midir? Yani meşruiyetin bir yüzü amaçlar, diğer yüzünü araçları, aklar mı? Problemimizin bir boyutu bu.
İkinci boyutu ise amaçların nesnelliği nasıl mümkündür, sana haklı amaç gelen başkasına gelmiyor? Çağdaş toplumlar büyük ölçüde bu sorunla araçların meşruluğu ile başa çıkmaya çalışıyor. Bununla da çoğunlukla parlamentarizm olarak karşılaşıyoruz. Halkı temsil ettiği varsayılan meclisin ilan edilmiş prosedürlere uygun olarak tayin ettiği her amaç meşrudur.
Burada da iki sorunla karşılaşıyoruz. Birincisi buradaki biçimsel ölçüt kendisini dahi savunabilir değildir. Yani ilgili prosedürü takip etmek tek kriter ise bu prosedürü takip ederek her türlü değişikliği yapmak mümkündür. İkinci problem ise irade/istek/arzunun yasaya kaynalık edip edemeyeceği. Yani bir şeyleri istemek hak doğurur mu? Benim isteğim ötekinin istemediği bir şey olabilir. Benim isteğim ötekinin bu konuya nasıl baktığından bağımsız yerinde bir istek olmayabilir. Çocuk cinsiyeti meselesi gibi. Ben isteğimi değiştirebilirim yani istikrar, kurum inşası mümkün olmayabilir.
Özetleyecek olursak
1. haklı amaçlar nasıl tespit edilir
2. doğru araçlar nasıl tespit edilir
3. tek başına amaçların yahut araçların haklılığı yeterli midir
cevaplanması gereken temel sorunlar bunlar.
Bu soruların ve sorunların ne anlama geldiğini cevaplamaya aday bir teoriyi inceleyerek kavrayabiliriz. Namzetimiz insan hakları. İnsan haklarının bireyci metodolojisini ve bu bağlamda her korumaya değer görüleni hak öznesi yapmaya yeltenen eğilimi bir kenara bırakarak konuşacak olursak bir adalet ölçütü temin etmesi noktasında nasıl bir şey aradığımıza dair bir örnek sunar. Neden, nasıl yapar bunu? Bir kere insan hakları en başta amaçlara dairdir ve rasyoneldir. Yani isteğin, arzunun ürettiği dolayısıyla yukarıda andığımız eleştirilere muhatap olacak bir nitelikte değildir. Bu rasyonel tarafı. Amaçlara dairdir zira bir prosedür ön görmekten ziyade bir hedef işaret eder: İnsan haklarıyla insan potansiyelinin önündeki engellerin kaldırılması, potansiyelin gerçekleştirilmesi için gerekenlerin yapılmasına yönelik talepler olarak karşılaşırız. Nedir bu potansiyel? Örneğin insan sanatsal faaliyette bulunabilir. Mehmet Akif Ersoy olur, bir ulusun kendini göreceği bir şiir yazar. Ya da Neşet Ertaş olur, insan diye neye denilir onu anlatır. Bu örnekleri boşuna zikretmiyorum. Yukarıda ifade ettiğim gibi insan haklarını temellendiren Kuçuradi, Küçük Prens’i örnek verirken ben müziği, bizim modernleşme hikayemizde hususi bir yeri olduğu için gündem ediyorum. Bu örneklerin bir hususiyeti daha var: Formel bir kategoriyi değil maddi gerçekliği işaret ediyorlar. Belirli bir yerde yaşamış insanlar bunlar. Onların kendilerini gerçekleştirebilmesinden bahsediyoruz. Konumuz meşruiyet ise kişinin kendini gerçekleştirmesi, bir ulusun her nasılsa kendisi olabilmesi kimsenin gayri meşru bulacağı hedefler değillerdir.
Bu örnek Türkiye bağlamında tam da darbelerle ilişkilidir. Bildiğiniz üzere Cem Karaca, Derdi Yok, Barış Manço anadolu rock adı verilen bir türde müzik icra etmiştir. 70’ler bu müzik türünün kulakları doldurduğu senelerdir. Karacaoğlan, Pir Sultan gibi türkçe yazmış anadolu hikmeti denilince akla gelen isimlerin eserleri müziğe taşınmıştır. Yerel bir tema evrenselleşme eğilimi gösterilen bir türe konu ediliyor. Gördüğümüz bu. Fakat 80 darbesinden sonra biliyorsunuz Cem Karaca vatandaşlıktan çıkarılır. Sonrasını biliyorsunuz. Doksanlar arabesk ve popa terk edilmişti. Pop arzu ekonomisinin, içeriksiz bir eğlencenin müzikal hali. Rock ne halde bu ara? Yabancı dilde yapılıyor. Yani rocka eğilim ortadan kalkmıyor. Zamanın ruhu tesirini azaltsa da evrenselden kopulmuyor, yerli ve milli olandan kopuluyor. Pergelin ayağı kayıyor yani. Dışarının tek taraflı etkisine açık hale geliyoruz. Pop için geçerli olan burada da meri. Dahası 70'lerin birikimi kayboluyor. Darbeyi tabiri caizse kafaya alıyoruz. Hafıza yitiriliyor. Bu tabi darbenin etkilerinin doğrudan doğruya görüldüğü bir örnek. Darbeye odaklanmak, etrafı bulanık görmekle sonuçlanabilir. O nedenle biraz uzaklaşıp daha geniş açıdan bakmak katkı sağlar.
Müzik politik iktidarın tayin ettiği hedeflerden ve bu hedefleri gerçekleştirmek için araçsallaştırdığı hukuktan ayrı düşmemiştir Türkiyede. Biliyorsunuz mehter yerini mızaka-i hümayüna bırakıyor II. Mahmut devrinde. Bu bize iki şey işaret eder. Birincisi ilk elden fark edileceği üzere devlet eliyle batılılaşma teşebbüsü. İkincisi ise bu alandaki hareketliliğin askeri bandoda gerçekleşmesi. Şimdi öğrencileri epey uzak bir profil çizse de ilk güzel sanatlar akademisi de MSGÜ, askeriyenin çizim ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuştur. Veterinerlik de öyle. Yani değişimin gerçekleştiği yer de değişimin usulü de militer bir karakter arz etmektedir. Hukuku buyruk olarak algılamak da yine emir veren bir egemeni varsayar. Ve hukuk emir verebilenin emri ise amacı tartışılmaz olanın kullandığı bir araçtır. Gereği mahkemelerden alışık olduğumuz üzere düşünülmekten ziyade zorla yerine getirilmiştir. Burada düşünülmeden bir işe kalkışıldığını kast etmiyoruz elbette. Gerekçelendirilmiş, hesabı verilmiş bir edim değil örneğimizdeki edim. Militer modernleşmenin bir uzantısıdır. Daha sonra cumhuriyet tarihinde, türk müziğine radyo yasağı getirilmiştir biliyorsunuz. Bu kısa süreli yasağın maksadını aşan bir uygulama oluşu şuan kültür bakanlığının sitesinde anlatılır. Devlet müzik inkılabını gerekli görmüş tuhaf bir şekilde bunun yasak yoluyla mümkün olabileceği zannına kapılanlar olmuştur. Yasağın süresi kısa olsa, yani bu uygulamadan kısa sürede vazgeçilse de hikayesi yıllardır anlatılır durur.
80 darbesinde rock üzerinden gördüğümüzü cumhuriyetin kuruluşunda türk halk müziği, cumhuriyet öncesinde mehter örneklerinde görüyoruz. 80’de tespit edebilmek zor değil ayan beyan adı konmuş bir darbe var. Diğerlerinde ise böyle bir darbe olmasa da militer tavır gözlemlenebiliyor. Bu tavrın kişininin yahut ulusun kendini gerçekleştirmesine katkı sunmadığı ortada ne doğru amaç ne doğru araç var yani. Bir insan hakları problemi olarak halk müziği icrasının darbelerin neden kötü olduğunu örnekleyebildiğini düşünüyorum.
İnsan hakları mevcut haliyle yeterli bir kuram olmayabilir elbette. Buna ilişkin eleştirilerimizi saklı tutuyoruz. Yine müzik sadece bir örnek.